top of page

GÖBEKLİTEPE BİR ÖN-TÜRK TAPINAĞI MI?
 

 

Anadolu coğrafyasında son 50 yılda yapılmış olan arkeolojik keşifler bize bu toprakların sanılandan çok daha eski uygarlıklara ev sahipliği yapmış olabileceğini gösterdi. Aşıklı Höyük, Çatal Höyük, Çayönü, Körtik Tepe vb. Neolitik Çağ yerleşimlerinin keşfi Anadolu'nun oldukça zengin bir tarihi dokuya sahip olduğunu kanıtladı. 1995 yılında yapılmış olan bir keşifse insanlık tarihi adına bilinen herşeyi ters yüz etti. Türkiye'nin Şanlıurfa ilinde yapılan bu keşifle birlikte atalarımız hakkındaki düşüncelerimiz temelden sarsıldı. Atalarımızın sandığımız kadar ilkel olmadıkları ortaya çıktı. Bu çağ değiştiren keşfe ev sahipliği yapan yer ise Göbeklitepe'ydi.

 

Göbeklitepe, ilginç olarak birbirine yakın 20 veya daha fazla tapınağın bir arada bulunduğu bir bölgeydi. M.Ö. 10. binli yıllara tarihlenen Göbeklitepe'de yalnızca bir adet tapınak yoktu. Dolayısıyla, bu bölgeye tapınak kompleksi adı rahatlıkla verilebilirdi. Keşfedildiği günden itibaren Göbeklitepe'de 6 tapınak gün yüzüne çıkarıldı. Ortaya çıkarılan tapınaklar yuvarlak veya yuvarlağa yakın (elips) formluydu. Tapınaklarda yer alan dikilitaşlar T biçimliydi: merkezde iki adet T biçimli dikilitaş ve bunların çevresine yerleştirilmiş 10 veya 12 adet yine T biçimli dikilitaş. Dikilitaşların yüzeyleri boş değildi. Üstlerine çeşitli hayvan kabartmaları ve bazı semboller işlenmişti. Merkezi dikilitaşlar ise insanı stilize edecek şekilde yapılmıştı. Eller ve kollar gayet belirgindi. Bunun dışında kazı alanında insan başlı heykeller, hayvan heykelleri, totem direği gibi kalıntılar da keşfedilmişti. Tüm bu bulgular bahsi geçen zamanda hiç de ilkel olmayan bazı insan topluluklarının yaşamış olduğunu ortaya koyuyordu. Yalnızca Göbeklitepe'de değil, yakın çevresinde bulunan Nevali Çori, Karahan Tepe, Gürcü Tepe, Hellan Çemi gibi Neolitik Çağ yapılarında da bu bölgede yaşayan insanların ilkel insanlar olmadıklarını gösteren yapılar keşfedildi. Göbeklitepe tapınaklarını yapan insan topluluklarının son derece gelişmiş bir kült yapısı, son derece ilerlemiş bir inanç sistemine sahip olmaları gerekliydi. Aksi halde bu kadar muazzam tapınakları inşa edebilmeleri mümkün değildi. Son Buzul Çağı'nın ardından yeni yaşam alanlarının ortaya çıkmasıyla çeşitli yerlerden Mezopotamya bölgesine, daha doğrusu Bereketli Hilal denen bölgeye büyük olasılıkla bazı göçler gerçekleşmişti. Hiç kuşkusuz Göbeklitepe çevresinde daha önceden de burada yaşamını sürdürüyor olan insan topluluklarının mevcut olması muhtemeldi. Belki de yeni göç edenlerle hali hazırda orada bulunanlar birlikte yaşamayı bir şekilde öğrenmiş bile olabilirdi. Peki, M.Ö. 10 binlerde Göbeklitepe ve çevresinde bu derece gelişmiş bir kültüre ve kült yapısına sahip bilinen bir topluluk mevcut muydu? Henüz ortada ne Mısır, ne Sümer, Ne Hitit ne de diğer medeniyetler bulunuyordu. Batı'da ise Yunan Medeniyeti'nin tohumları bile atılmamıştı. O halde geriye pek fazla seçenek kalmıyordu. Göbeklitepe'de kurulan medeniyetin geri planında mevcut olan kültür büyük ihtimalle Orta Asya'da aranmalıydı.
 

Orta Asya'da bugün çöllerin kaplı olduğu yerlerde 137-60 milyon yıl önce (Creteosus) çok büyük bir iç deniz bulunmaktaydı. Bu büyük deniz, bin yıllar süren jeofiziksel değişimlerle birlikte parçalanmaya yüz tutmuş ve sonunda beş büyük iç denize bölünmüştü [8]. Bu iç denizlerin varlığı insan yaşamı için son derece uygun bir coğrafyanın varlığı anlamına geliyordu. Uygun bir iklimin ve coğrafyanın mevcut olması insanlığın zihinsel gelişimi için hayati öneme sahipti. İnsanlığın zeka yönünden sıçrama yaptığı dönemlerden birisi de M.Ö. 30-15 bin yılları arasıydı. Çünkü bu dönemde insanlar mağaralara ve kaya üstlerine hayvan resimleri yapmaya başlamıştı. Kazakistan sınırları içinde yer alan ve TAMGALI SAY adı verilen bölgede binlerce kaya üstü resmine rastlanmaktadır. Diğer bir kaya resmi alanı da Kırgızistan sınırları içinde yer alan SAYMALITAŞ'tır. Saymalıtaş'ta 100 bine yakın kaya resmi bulunduğu bilinmektedir. Asya'da toplamda 250, Anadolu'da ise 30 kaya resmi alanı bulunmaktadır. M.Ö. 20 binli yıllardan başlayarak Orta Asya'da piktogramlara (sembolik resimler), M.Ö. 15 binlerde petrogliflere (yazı elemanı içeren resimler) rastlanmaktadır. Aynı dönemlerde ilginçtir ki Orta Asya'da dikilitaşların da var olduğunu görmekteyiz (geyiklitaşlar, sıntaşlar vb.). Bu kadar eski tarihlerde dikilitaşların görülmesi dikilitaş kültürünün Orta Asya'dan Anadolu'ya, oradan da Mezopotamya ve Mısır'a inmiş olabileceğini akla getirmektedir. Nitekim, Haluk Tarcan ve Kazım Mirşan da bu şekilde düşünmektedir. M.Ö. 15 binli yıllardan itibaren Orta Asya'da yazı elemanı içeren resimlerin, tamgaların görülmesi çok önemlidir. Çünkü kaya üstlerine işlenmiş bu tamgalar daha sonra yazıyı oluşturacak harfler olacaklardır. Ön-Türk yazı sisteminin tohumu tamgalardır. Her bir tamga ayrı bir anlam ifade eder. Tamgalar doğanın anlam kazanmış imgeleridirler. Önce hayvan resimleriyle başlayan doğayı şekillendirme çabaları daha sonrasında insanın soyutlama yeteneği kazanmasıyla tamgalar haline dönüşmüştür. Kaya resimlerine işlenmiş ve Ön-Türkler'e ait çok sayıda tamga mevcuttur. AT, OK, UÇ, ÖK, OĞ tamgaları gibi. Orta Asya'da ortaya çıkan bu tamgalar Anadolu'da kaya resimlerinde ve mağaralarda da görülmektedir. Zaten Orta Asya ve Anadolu'yu kültürel olarak bağlayabilmemizi sağlayan şey, çoğunlukla tamgalardır. Dr. Tuncer Gülensoy Orhun'dan Anadolu'ya uzanan tamgaların yüzyıllar sonra bile özelliğinden hiçbir şey kaybetmeden Anadolu insanının halısında, kiliminde, mezar taşında, nakışında yaşadığını belirtmiştir [4].
 

Bilim İnsanlarının Görüşleri
 

Prof. Dr. Afif Erzen, M.Ö. 13 binli yıllarda Anadolu'nun Orta Asya ile ilişkide olduğunu belirtmiştir [2]. Prof. Dr. Kılıç Ökten, Muvaffak Uyanık, Oktay Belli ve bazı yabancı araştırmacıların ortak çalışmaları sonucu ortaya koymuş oldukları bulgulara göre Doğu Anadolu tarihi Orta Asya'dan gelen göçlerle M.Ö. 13 binlerde başlamıştır [8]. Prof. Dr. Firudin Ağasıoğlu, Urmu Teorisi adını verdiği teorisinde M.Ö. 10 binlerde Proto-Türkler'in Anadolu topraklarında yaşamış olduklarını söylemektedir [1]. Hatta Ağasıoğlu, Türklerin ilk yurdunun Orta Asya değil Anadolu olduğuna inanmaktadır. Bu görüşe Hakkari balballarını keşfeden Prof. Dr. Veli Sevin de katılmaktadır. Prof. Dr. Yusif Behluluoğlu Yusifov Mezopotamya çivi yazılı kaynaklarında yer alan Türkçe sözcükler ve yer isimlerinden yola çıkarak Proto-Türkler'in ilk anavatanının Anadolu olduğunu ve Proto-Türkler'in Anadolu'da M.Ö. 8-6 binlerde yaşamış olduklarını belirmektedir [10]. Osman Nedim Tuna, Türklerin en az M.Ö. 3500'lerde Türkiye'nin Doğu bölgesinde bulunduğu yorumunu yapmıştır [9]. Prof. Dr. Ekrem Memiş ise Türklerin 8000 yıl öncesinde Anadolu'da yaşamış olabileceği varsayımını ortaya atmıştır [5]. Çok sayıda bilim insanının bu görüşlerine göre Türkler Anadolu'ya sanıldığı gibi 1071'de değil, çok ama çok daha önce gelmiştir. Ve hatta bazı bilim insanlarına göre Türkler'in anayurdunun Anadolu olma ihtimali vardır. Antropolog Timuçin Binder'e göre Anadolu'ya Asya'da göç edenlerin oranı % 10-15 civarındadır. Binder'e göre Anadolu'da yaşamış olan Türklerin anlatılmayan bir öyküsü bulunmaktadır. Genetik biliminin bulguları da bunu doğrulamaktadır. Tüm bu anlatılanlara göre M.Ö. 10 binler civarında Doğu Anadolu'da bir Ön-Türk varlığı büyük bir olasılık olarak görülmelidir. Bu da demek oluyor ki, Göbeklitepe tapınaklarının bulunduğu bölgede ve tapınakların yapıldığı zaman diliminde Ön-Türkler'in orada olması mümkündü. Fakat sadece bilim insanlarının bu bulgularından yola çıkarak Göbeklitepe tapınaklarının Ön-Türkler'e ait olduğu elbette ki söylenemez. Somut kanıtlar da gereklidir. Göbeklitepe tapınaklarının yapıldığı zaman diliminde son derece gelişmiş bir kültüre ve kült yapısına sahip olan bir topluluğun kimler olabileceğine dair elimizde artık ciddi varsayımlarımız var. Bu denli gelişmiş bir kültüre ve derin bir külte sahip topluluk Ön-Türkler'den başka kim olabilir?
 

Neolitik Yerleşimlerde Tamgalar
 

Göbeklitepe çevresinde yer alan yerleşim yerlerinde keşfedilen bulgulardan bazıları bize bu bölgelerde Ön-Türk kültürünün varlığını açık bir şekilde göstermektedir. Örneğin Körtik Tepe'de keşfedilen kaplara işlenmiş AT tamgası, Çatalhöyük tapınak duvarlarında yer alan OK, EM, UÇ, ÖG tamgaları, Çayönü'nde bir kayaya işlenmiş UB tamgası, Nevali Çori'de keşfedilen OĞ tamgası oluşturacak şekilde dans eden insan figürleri, Jerf El Ahmar'da bulunan AT tamgası, Samarra'da bulunan OZ tamgası, Halaf Höyük'te keşfedilen bir çanakta işlenmiş halde görülen OK tamgası ve Hacılar Höyük'te bulunan bir çanakta işlenmiş OK tamgası akıllarda Neolitik Dönem Anadolusu'nda bir Ön-Türk varlığı hakkında akıllarda hiçbir soru işareti bırakmamaktadır. Tüm bu yerleşim yerlerinde keşfedilen tamgalar, Orta Asya tamgalarıyla eşlik ve benzerlik göstermektedir. Burada asıl soru şudur: Göbeklitepe çevresinde bir Ön-Türk varlığı söz konusuyken Göbeklitepe'de neden öyle olmasın ki?
 

Tamgalı Tablet
 

Göbeklitepe'de keşfedilmiş olan bir tablet bize bu konuda kesin bir kanıt sunmaktadır. Tablette açık olarak Ön-Türk tamgaları olan AT, UÇ ve OZ görülmektedir. Üstelik bu üç tamga tablette yan yana kazılmış halde bulunmaktadır. Acaba bu tablette üç tamga yan yana gelerek bir yazı mı oluşturmuştur? Hiç kuşkusuz bu çok büyük bir iddia olur. Fakat bir yazı göremesek de bu tablette Ön-Türkler'e ait ve yazı elemanları olan tamgaların varlığı kesindir. AT tamgası, ruhun vücuddan atılması, UÇ tamgası lider (Haluk Tarcan'a göre ÖC tamgası), han, bayrak, OZ tamgası da Tanrı'ya ulaşmayı sembolize eder. Tamgalar en erken Türk kozmolojisinin anahtarıdırlar. Tamgalı tablet adını verebileceğimiz bu bulgu Göbeklitepe'de bir Ön-Türk varlığının en kesin kanıtıdır. Aynı tamgalar M.Ö. 15-10 bin yılları arasında Saymalıtaş ve Tamgalısay'da da görülmektedir. Bu tamgalardan bazıları ileriki zamanda bazı Türk boylarının tamgaları da olacaktır. Benzer tamgalar Anadolu'nun birçok yerinde de karşımıza çıkmaktadır.
 

Kün-Ay Sembolü
 

Göbeklitepe'de bulunan D tapınağının merkezi dikilitaşlarından biri olan Dikilitaş 18'de Güneş ve Ay figürleri göze çarpmaktadır. Prof. Dr. Klaus Schmidt, bu figürlerin Güneş'i ve Ay'ı sembolize ettiğini düşünmektedir [7]. Bu fikre Prof. Dr. B. G. Sidharth da katılmaktadır. Sidharth'a göre bu betimleme Güneş tutulmasını sembolize etmektedir [6]. Ay, hilal şeklinde betimlenmişken Güneş ortasında bir oyukla betimlenmiştir. Eğer bu oyuk olmasaydı tesadüf deyip geçebilirdik, fakat bu şekilde oyuklu Güneş ve Ay figürüne Ön-Türkler'de de rastlanmaktadır. Hatta bu figür Türk kozmolojisinin en önemli figürlerinden biri olan Kün-Ay tamgasıdır. Emel Esin, bu sembolün Ön-Türkler'de sürekli olarak kullanıldığını söylemektedir. Emel Esin'e göre Kün-Ay sembolü Türkiye Cumhuriyeti'nin bayrağında yer alan ay ve yıldızın ilk halidir [3]. Bu görüşe göre demek oluyor ki, Türkiye Cumhuriyeti'nin bayrağında Ay-yıldız değil, Ay ve Güneş, yani Kün-ay bulunmaktadır. Türk bayrağının kökeni bundan 12 bin yıl önce Göbeklitepe tapınaklarında yer alan bir dikilitaşta karşımıza çıkmaktadır.
 

Heykeller
 

Göbeklitepe tapınaklarında yalnızca dikilitaşlar yoktur. Bunun yanında, kazı alanında yaban domuzu ve aslan betimli hayvan heykelleri de bulunmuştur. Hayvan heykelleri yapmak Ön-Türkler'de çok sık rastlanan bir durumdur. Türkler, koç taşları, kaplumbağa taşları, balık taşları adı verilen hayvan heykelleri yapmışlardır. Prof. Dr. Firudin Ağasıoğlu'nun Daşbaba adlı kitabında Anadolu'da ve Asya'da keşfedilmiş yüzlerce hayvan heykeli tanıtılmıştır. Özellikle koç taşları Anadolu'da oldukça yaygındır. Türkler'de taş kültürünün oldukça gelişmiş olması Göbeklitepe'de bir Ön-Türk varlığını kanıtlamaz, fakat Göbeklitepe tapınaklarının yapıldığı zaman diliminde gelişmiş bir kültüre sahip bir topluluğun hangi topluluk olabileceği yönünde bizi aydınlatır. Göbeklitepe ve Nevali Çori'de baş kısmında hayvan kabartması bulunan insan başlı heykeller de bulunmuştur. Bu tip heykeller Türk kurganlarına ait unsurlardan biridir. Bu heykeller bugün Ukrayna'da Dnepropetrovsk Müzesi'nde sergilenmektedir. Dnepropetrovsk Müzesi heykellerin yaşını 5500-6000 yıl olarak vermektedir. Göbeklitepe'de, Nevali Çori'de ve Ön-Türkler'in kurganlarında birbirine benzer heykellerin bulunması ortak bir kültürü ya da olası bir etkileşimi göstermesi açısından önemlidir.
 

Ejder Kabartması
 

Göbeklitepe'de köylülerin tarım yaparken buldukları ve sonrasında müzeye teslim ettikleri bir kabartma oldukça dikkat çekicidir. Keşfedilen bu kabartma ejder biçimindedir. Klaus Schmidt, bu kabartmanın timsah veya ejder olabileceğini söylemiş, fakat arkeozoolojik bilgilere göre Fırat ve Dicle'de hiçbir zaman ejderin yaşamamış olduğunu belirtmiştir. Peki o zaman Göbeklitepe'de neden ejder kabartmaları bulunmaktadır? Yoksa ejder figürünü Göbeklitepe'ye birileri mi getirmiştir? Ejder, Türk kozmolojisinde çok önemli bir yere sahiptir. Öyle ki, ejder Büyük Hun Devleti'nin bayrağında resmedilmiştir. Ejderha takımyıldızını da temsil eder. Ejderha takımyıldızı Türk kozmolojisinde en önemli dört takımyıldızdan biri olarak kabul edilmiştir. Türk kozmolojisinde Gök Kubbe'nin kutup yıldızı etrafında dönmesi ve yıldızları bir gök çarkının döndürüyor olması inancı mevcuttur. Felek de denen bu gök çarkını bir ejderin döndürdüğüne inanılmıştır. Böylece gök ejderi, gök kubbenin simgelerinden biri olmuştur. Ejder, hem göksel mekanın hem de zamanın sembolü olarak kullanılmıştır. Görüldüğü üzere Göbeklitepe'de keşfedilen bu ejder kabartması durduk yere değil, tam tersi belli bir inanışın unsuru olarak yapılmıştır. Bu inanış ise büyük bir ihtimalle Ön-Türk kozmolojisidir.
 

Aslanlı Dikilitaş
 

Göbeklitepe'de kare formlu tapınakların birinde yer alan dikilitaşta aslan kabartması yer alması nedeniye bu yapıya aslanlı dikilitaş adı verilmektedir. Klaus Schmidt'e göre bu betimlemenin kaplan olma ihtimali de vardır. Bu motifi Schmidt'in görüşüne göre tapınağın koruyucu hayvanı olarak nitelendirmek mümkündür. Fakat Türk inanışlarına baktığımızda daha ikna edici bir senaryoya sahip olabiliriz. Ön-Türk ve daha sonra Çin inancına göre bir kişi öldükten sonra, ölümü izleyen zamanlarda ölünün ruhunun öteki dünyada kaplan cinsinden hayvanlar tarafından kapılması tehlikesinden korkulurdu. Ölünün ruhlarını koruyabilmek için tapınaklarda kuzey yönüne, yani kutup yıldızına doğru dönülür ve ruh geri çağırılırdı. Aslan motifinin dikilitaşın üst kısmına betimlenmiş olması da bu senaryoyu güçlendirmektedir. Çünkü kanımca T biçimli dikilitaşların dikey alt kısmı bu dünyayı (belki yeryüzünü), yatay üst kısmı ise öteki dünyayı (belki gökyüzü) sembolize etmektedir. Ayrıca bu tapınakların ölü kültü ile bağlantısını kurmak adına bu senaryonun yapıcı bir katkısı olabilir. Sonuç olarak aslan veya kaplanlı dikilitaşlar Göbeklitepe'de bir Ön-Türk inancının göstergesi olabilirler. Aslan, ayrıca Türkler'de güneşin yeryüzündeki hayvanı olarak da bilinirdi.
 

T biçimli dikilitaşlar
 

Göbeklitepe tapınaklarında yer alan dikilitaşların T biçimli yapılmış olması ilginçtir. Çünkü bu tür dikilitaşlara çok sık rastlanmaz. T biçimli dikilitaşlara İspanya'nın Menorca adasında, Mariana adalarında ve Endonezya'da da rastlanır. Fakat Göbeklitepe hem dikilitaşların sayısı bakımından hem de dikilitaşların yerleşimi bakımından eşsiz (unique) gibi durmaktadır. Türkler'in yaşamış olduğu yerlerde yüzlerce dikilitaş, geyiklitaş, balbal, sıntaş vb. bulunmasına rağmen, T biçimli dikilitaş henüz keşfedilmemiştir. Belki de henüz ortaya çıkarılmamıştır. Fakat ilginçtir ki, Altaylar'dan Çin'e göç eden Çu Türkleri yanlarında kültürlerini de götürdükleri için Çin'de daha sonra kurulan devletleri de kültürel bakımdan etkilemiştir. Örneğin, M.Ö. ilk bin yılda hüküm sürmüş Han hanedanı hükümdarlarından birinin eşi olan Xin Zhui için yapılan cenaze töreninde T biçimli bir flama kullanılmıştır [11]. Flama dikkatli incelendiğinde bazı kısımlarından ipliklerin sarktığı görülmektedir. Göbeklitepe dikilitaşlarından birinde de bu tür ipliklerin asılması için delikler bulunmaktadır. Flamada ölünün öte dünyaya yolculuğunun anlatıldığı düşünülmektedir. Flamada, anlaşılan yer altı dünyası, yer ve gökyüzü olarak üç alem resmedilmiştir. Tıpkı şamanların dünyayı gördüğü gibi. Flamada Türk kültürünün kesin bir göstergesi olan ejder, yılan, dağ keçisi, kaplumbağa, leopar gibi hayvanlar resmedilmiştir. Burada önemli olan, bu T biçimli flamanın bir ölüm ritüelinde kullanılması ve Ön-Türk kültürü ile bir şekilde ilişkili olmasıdır. Acaba Göbeklitepe'nin T biçimli dikilitaşları gökyüzü yeryüzüne bağlayan veya bu dünyayı öte dünyaya bağlayan kapılar mıydı?
 

Tüm bunların yanında Göbeklitepe tapınaklarında betimlenen turna, koç, boğa, yılan figürleri Türk şamanizminin önemli motifleri olduğundan Göbeklitepe – Ön-Türk ilişkisi bağlamında değerlendirilmelidir. Klaus Schmidt, Göbeklitepe tapınaklarında şamanist bir toplum yapısının mevcut olmuş olabileceğini dile getirmektedir. En azından şamanların tapınaklarda bazı ritüeller yapmış olabileceklerini söylemektedir. Klaus Schmidt elbette bir Türk şamanizminden bahsetmemektedir. Fakat hem hayvan betimleri hem de semboller Göbeklitepe'de bulunan şamanların Ön-Türk şamanları olabileceği yönünde güçlü kanıtlar sunmaktadır.
 

Göbeklitepe ve Şaman Labirentleri
 

Göbeklitepe'de özellikle C tapınağına yukarıdan baktığımızda labirenti andırır bir yapıyla karşılaşırız. İlginçtir ki labirente benzer bu gibi yapılar şamanların öteki dünyaya yolculuklarını sembolize eden şaman labirentlerine benzemektedir. Özellikle kaya resimlerinde çokça karşımıza çıkmaktadır. Saymalıtaş'ta bu tür bir labirent resmi kaya üstüne resmedilmiştir. Şaman labirentleri göğün katlarını temsil eder. Çünkü şamanlar öte aleme yolculuklarında göğün katlarını da geçerler. Tanrı'ya ancak göğün katları aşılarak ulaşılabilir. Şamanlar kutsal saydıkları kutup yıldızına ulaşabilmek için de labirentleri kullanırlar. Göbeklitepe C tapınağında olduğu gibi labirentlerin de bazı çıkmaz yolları bulunmaktadır. Burası ruhun daha fazla ilerleyemediği kısımdır. İlginçtir C tapınağında bu kısımda ters betimlenmiş bir yaban domuzu kabartması bulunmaktadır. Schmidt'e göre, buradan bakanlara görsel olarak kişinin önünde ilerleyen yolun ölüler ülkesine gitmekte olduğunu gösterir [7]. Bu gibi bir çıkmaz yol ya da yolun sonundaki duvar, Ön-Türkler'e ait bir gözlemevi olan Arkaim Gözlemevi'nde de bulunmaktadır. Buradan çıkan sonuç Göbeklitepe tapınaklarının bir çeşit gözlemevi olabileceği ve bu gözlemevlerinin şamanik ögeler içerebileceği gerçeğidir. Neolitik devirde gökyüzü fizikselden çok ruhsal
olarak algılanmaktadır.

 

Görüldüğü üzere M.Ö. 10 binli yıllarda inşa edilmeye başlanmış olan Göbeklitepe tapınaklarında Ön-Türk kültürünün izlerini görebilmek mümkündür. Türk şamanizmine ait motifler, hayvan heykelleri, ejder kabartması, turna, koç, yılan, boğa figürleri, T biçimli flama, aslanlı dikilitaş, baş kısmında hayvan kabartmaları olan insan heykelleri, Kün-Ay sembolü ve Tamgalı Tablet. Tüm bu bulgular Göbeklitepe'de Ön-Türk kültürünün yer aldığını en azından Ön-Türk kültürünün Göbeklitepe'de var olan kültürün önemli bir parçası olduğunu bize gösterir. Sadece Göbeklitepe'de değil, Göbeklitepe çevresinde yer alan Neolitik yerleşimlerde de rastlanan tamgalar Neolitik Dönem Bereketli Hilal'inde Ön-Türk kültürünün güçlü bir şekilde kendini gösterdiğini kanıtlamaktadır. “M.Ö. 10 binlerde Göbeklitepe ve çevresinde bu derece gelişmiş bir kültüre ve kült yapısına sahip bilinen bir topluluk mevcut muydu?” sorusunun cevabını artık vermiş bulunuyoruz.
 

Özgür Barış ETLİ
 

Kaynaklar:


[1] Ağasıoğlu, F., Daşbaba, Bakü, 2013.
[2] Erzen, A., Doğu Anadolu ve Urartular, Ankara, 1992.
[3] Esin, E., Türk Kozmolojisine Giriş, İstanbul, 2001.
[4] Gülensoy, T., Orhun'dan Anadolu'ya Türk Damgaları, İstanbul, 1989.
[5] Memiş, E., Eskiçağ'da Türkler, Konya, 2002.
[6] Sidharth, B. G., Astronomy, chronology and geography of the Vedas, First Gobeklitepe
Symposium, Şanlıurfa, 2012.
[7] Schmidt, K., Göbeklitepe: En Eski Tapınağı Yapanlar, İstanbul, 2006.
[8] Tarcan, H., Evrensel Uygarlıkların Köken Kültürü: Ön-Türk Uygarlığı, İstanbul, 2008.
[9] Tuna, O. N., Sümer ve Türk Dillerinin Tarihi İlgisi İle Türk Dilinin Yaşı Meselesi, Ankara,
1990.
[10] Yusifov, Y. B., Çivi Yazılı Kaynaklarda Eski Türklerin İzleri, Ankara, 1994.
[11] www.art-and-archeology.com

 

 

Kaynak: Özgür Barış Etli, "Göbeklitepe Bir Ön-Türk Tapınağı Mı?", Popüler Bilim Dergisi, Sayı: 230, 2014.

bottom of page